11 Nisan 2021 Pazar

Birkaç Portrelik Kısa Bir Hikâye

Birkaç Portrelik Kısa Bir Hikâye

 Hayatımızda olan insanları ve yüklerimizden kurtuluşu anlatmak için kısa bir hikâye yazacağım dostlar. Sizler de bu hikâyede okuduğunuz kısımları bir tablo gibi gözünüzde canlandırırsanız eğer çok müteşekkir olurum.

Ben ana karakterimi kendi yerime koyarak genç bir kız olarak düşündüm. Bu yüzden genç kız olarak anlatacağım ama o karakter sizsiniz ve dilediğiniz gibi hayal edebilirsiniz. O hâlde başlıyorum. İyi okumalar.

***

Genç kız hiçkimseciklerin olmadığı bir yerde, ayaklarını yakan asfalt üzerinde durmadan ilerliyordu. Bir köprünün üzerindeydi. Sağ yanında devasa kayalar, sol yanında ise uçsuz bucaksız bir deniz uzanıyordu. Güneş... Sanki dünyaya inmiş gibi karşısında koskocoman duruyordu. Yol uzuyordu ama bittiği yerde güneş duruyordu. Âdeta güneşe doğru yürüyordu, hem de ona bakarak!

Gözleri acıyordu güneşe bakmaktan. Hatta tamamen kararmış gibiydi ama o çevresindeki hiçbir şeye bakmamaya ant içmiş gibi büyük bir kararlılıkla yalnızca güneşe bakıyordu. Ne kadar acı olursa olsun güneşe doğru ağır adımlarla ilerlemeye devam ediyordu. Vücudu da yanıyordu. Terden sırılsıklam olmuştu. Beyninden hiçbir düşünce geçmiyordu. Yalnızca yürü komutunu alıyor ve aldığı komuta ikiletmeden uyuyordu. Güneş ayaklarının altındaki asfaltı âdeta eritiyor gibiydi. Bir asfalt üzerinde değil de daha çok volkan patlamasından sonra etrafa ağır ağır yayılmaya başlayan bir lav üzerinde yürüyordu. Çektiği acının haddi hesabı yoktu. Aşırı sıcak,ona nefes dahi aldırmıyordu.

Gözlerinden hiç durmadan yaşlar akıyordu. O kadar çok şeyi, o kadar derin şeyleri aynı anda düşünüyordu ki aslında o düşünce karmaşasından 1 şeyi bile düşünemiyordu. Düşünebilip de düşünememek...

Ruhsal olarak da fiziksel olarak da çökmüştü. Üzerinde sanki tüm dünyanın ağırlığı vardı. Yorgundu, tükenmişti. Sanki koskoca dünyayı sırtlanmıştı ve onun ağırlığını üzerinden atabilmek için yürüyordu güneşe.

Evet,evet! Düşünebiliyor! Bunu düşünebiliyor! Gerçekten öyle yapacak! Sırtlandığı koca dünyayı güneşe bırakıp yakacak ve kül edecek. Bu yolda kendisini de yaksa yapacak! Zaten yeteri kadar yanmıştı, kaybedecek daha fazla neydi vardı ki?

Yürümeye devam etti. Sağ tarafında kalan kayaların üzerinde, arka taraflarda birçok insan vardı tanıdığı. Kimisi her gün merhabalaştığı insanlar, kimisi okul arkadaşları, kimisi akrabaları, kimisi ise hiç tanımadıkları... Kalabalık bir şekilde toplanmış ve uzakta, kendilerine bir karınca kadar küçük görünen genç kızı seyrediliyorlardı. Hepsi de yalnızca yorum yapıyor, neden güneşe doğru bu kadar istekli bir şekilde gittiğinin altında yatan sebebi düşünmüyor, öylece izlemekle yetiniyorlardı.

''Delirmiş bu kız!'', ''Ne yapıyor o öyle?'', ''Manyak, intihar ediyor galiba.''

Oysa hayır, intihar etmiyordu. Aksine o yalnızca kendisine acı ve ağırlık veren dünyayı yakmak, kurtulmak istiyordu. Hem yalnızca kendisi için de değil, bunu arkasından sadece konuşmakla yetinenlerle beraber tüm insanlar için yapıyordu. Derin düşüncelere sahip olan insanlar neden hep deli yerine koyulurdu ki?

O esnada yalnızlığının arasında bir genç kız daha kalabalığın arasından sıyrılarak o köprünün üzerinde beliriverdi. Bu kız, onun arkadaşıydı. Genç kızın zaten çok fazla çevresi olmazdı ve arkadaş olacağı kişiyi bile özenle seçmişti. Yıllarca yalnız kalmış, sabretmiş ve sabrının sonunda mücevher gibi bir dost kazanmıştı.

Arkadaşının güneşe doğru yürüdüğünü gören kız endişeye kapıldı. Çünkü arkadaşı biraz daha yürüse yanıp kül olacaktı. Önüne baktı. Asfalt lav gibi olmuştu. Denizin üzerine kurulu olan bu köprü de eriyip her an yıkılabilirdi. Başta cesaret edemedi ona doğru gitmeye. Çünkü ona kadar gitse kendisi de o yol boyunca dehşetli bir acıya maruz kalacaktı. İzlemek istemedi. Koşmaya başladı. Koştu, koştu, koştu ve genç kızı kolundan tuttuğu gibi ferahlayabilmesi için köprüden aşağı attı. Sonrasında öyle bir yandı ki bu sıcaklıktan kurtulabilmek için dostunu denizde bırakıp geldiği yolu yeniden koştu. Onu orada yalnız bıraktı, sözüne sahip çıkmadı ve birliktelik kavramını unuttu. Koştuğu ters yönde yağmuru gördü ve ferahlayabilmek adına kendi canının derdine düşerek durmaksızın yağmura koştu.

 Dünyayı sırtında taşıyan genç kız denizi boyladı. Ferahlamasına ferahlamıştı belki, kül olmaktan kurtulmuştu belki ama dostunun dahi bilmediği şeyler vardı hayatında. Mesela; taşıdığı düşünceleri yalnızca kendisi anlayabilir ve kimseye anlatamazdı. Çünkü o düşünceleri dünya üzerindeki hiçbir canlıya anlatabilmek kolay değildi. İçinde yaşayıp büyüttüğü hislerin dünya üzerinde hiçbir tabiri yoktu. Hiçbir kelime yoktu işte o hisleri ve düşüncelerini anlatmasını sağlayacak! Bu yüzden sessizdi aslında. Çok konuşmaz; çok konuşup da bilmediği takdirde dahi her konuda bir fikri olanları sevmezdi.

 İyilik yapmak isterken dostu, kendisine aslında büyük bir kötülük etmişti. Çünkü genç kız, yüzme bilmiyordu. Çırpınmaya başladı denizin içerisinde. Çırpındıkça da batmaya. Kendisine hem acı, hem de ağırlığını yükleyen dünya onu o ağırlıkla batırdıkça batırdı. Boğuluyordu. Ayriyeten bu uçsuz bucaksız denizin içerisinde türlü çeşit yırtıcı balık vardı. Av kokusunu almış gibi hızla genç kıza doğru yol almışlardı.

Çok geçmeden genç kızın çevresini türlü çeşit yırtıcı balık sardı. Hepsi de onu midesine indirebilmek için can atıyordu. Kız zaten boğuluyordu. Belki de birkaç saniye sonra ölecekti. Ama yine de gördükleri onu korkutmaya yetmişti. Sıkıca yumdu gözlerini ve kendisini parçalalara bölerek sivri dişlerinin arasına alacak bu canavarların varlığını unutmaya çalıştı.

Tam bilincini kaybetmesine ve bir canavar balığın onu dişlemesine ramak kala biri dişi, biri erkek iki Yunus balığı büyük bir cesaretle, hızlı bir şekilde kalabalık canavarların arasına daldılar. Dişi olan Yunus genç kızı kıyafetinden yakaladı. Onu seri bir hareketle diğer Yunus balığının sırtına yerleştirdi. Genç kıza bir anda imkânsız olmasına rağmen güç geldi. Bilincini kaybetmedi, âdeta daha çok uyandı ve direndi. Yunus'un yüzgeçine sıkı sıkı sarıldı. O Yunuslar kendilerinin de yem olacağını biliyordu. Tüm canavarlar onların peşine düştü. Onlar ise  genç kız için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştılar. Daha da hızlandılar, zekâları sayesinde canavarların çoğunu atlattılar.

Genç kızı sırtına alan Yunus, ileride bir ada gördü. Yanında olan dişi Yunus da gördü ancak geriye kalan canavarlar o kadar yaklaşmıştı ki kendilerine, kızı adaya bırakamadan üçü de ölebilirdi. Bu yüzden dişi olan Yunus mizacında yırtıcılık olmamasına rağmen yönünü değiştirdi ve genç kız için canavarlarla mücadele etmeye başladı. O canavarlar bu konuda kabiliyetliydi. Dişi Yunus'un aralarından sağ çıkması imkânsızdı. Erkek olan Yunus dönüp arkasına baktı hüzünlü gözleriyle. Dişi Yunus kanlar içerisinde kalmış ama hâlâ direnmeyi bırakmamıştı. Onunla beraber ölmeliydi. Dişi Yunus olmadan kendisi bir başına yaşayamazdı. Dişi Yunus onun her şeyiydi. Ama sırtındaki genç kızı ne olursa olsun kurtarmalıydı. Dişi Yunus'un çektikleri de, kendisinin yaptıkları da boşa çıkmamalıydı.

Zor da olsa erkek Yunus sevdiğini arkasında bırakarak gen kızı adaya ulaştırdı. Onu indirdi. Genç kız derince Yunus'un gözlerine baktı ve o gözlerde... Babasının gözlerini gördü. Konuşmasa dahi sadece gözlerinin içine bakmaya devam ederek  babasının sesini kulaklarında işitti.

''Annelik ve babalık böyle bir şey canım kızım. Evlâdı için yapamayacağı ne varsa yapar. Onu tüm tehlikelerden, çevresini saran tüm canavarlardan korur. Bazen sevmiyor gibi görünebilir, gözlerinin içine bakarak seni seviyorum demeye dahi utanabilir ama sevdiğini yüreklerinden belli ederler. Evlatları için tüm fedâkârlıkları yaparlar. Annen hâlâ savaşıyor olabilir. Benim de hâlâ umudum var. Gideceğim,savaşacağım ve eğer hâlâ yaşıyorsa onunla beraber geleceğim. Ama ölmüşşe de onunla beraber öleceğim. Her zaman yanında olamayız. Biz yanında olmasak bile nefes aldığın takdirde yaşamaya devam etmek zorundasın. Rabbim seni korusun.''

Öyle içten söylemişti ki bu sözleri, genç kızın yüreği parçalandı. Suyun içerisinde gözden kaybolan Yunus'a bakarak çığlıklar atmak istedi. Neden yapamıyordu? Neden çığlık bile atamıyor ve içindeki acıyı dışarı atamıyordu?

Küçücük bir adada yapayalnızdı şimdi. Ne yiyecek, ne içecekti? 4 tarafı denizle çevrili adanın her yerinde yine canavarlar birikmeyecek miydi?

Artık emindi. Bu sefer kesin ölecekti. Yaşaması ve buradan kurtulması imkânsızdı. Dizlerini kendisine çekti. Kollarıyla dizlerini sardı ve başını gömerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Acı içerisinde öyle yürekten ağlıyordu ki, çok ama çok içten gelen dua isteğiyle yanıp tutuştuşmaya başladı. Ağzını açtı. Dua etmeye başlayacaktı.

''Rabbim...''dedi.

Yalnızca tek kelimeyle büyük bir ses işitti. Sanki dünya ortadan ikiye yarılıyor gibiydi. Başını kaldırıp etrafına baktı. Karşısında deniz kabardı. Su yükseldi, yükseldi, yükselmeye devam etti.

Bir kere daha;

''Rabbim...'' dedi.

Yine bir ses yükseldi âdeta "kulum" diye cevap verircesine. Yer gök inledi. Genç kızın yüreğindeki fırtına dindi. Korkmadı çünkü artık yanında hissediyordu Rabbinin varlığını. O yanındaysa eğer, korkmaya ne gerek vardı ki?

Su yükseldi giderek. 10 kat, 100 kat, 1000 kat... Ama genç kız suyun altında kalmadı. Oturduğu ada çoktan deniz suyunun altında kalsa bile o aynı oturuş şekliyle suyun üzerinde oturuyordu!

Deniz ve gök âdeta birleşti. Genç kız şimdi sonsuzluğun içindeydi. Suyun üzerinde yol almış, o sonsuzluk hissi ile gidiyordu. Bir müddet sonra deniz suyu alçalmaya başladı. Genç kızı güvenli bir yere bıraktı.

Ve tam da o an... Tam da o yerde...

Uykuya dalan genç kız bambaşka bir kız olarak rüyasından uyandı. Rüyasında istediği gibi kendisine acı ve ağırlık veren dünyayı güneşe atamadı, yakıp da kül edemedi belki ama farkına vardığı şeylerle tüm dünya yükünü omzundan atabilmeyi başardı.

Yalnızım zannediyordu. Oysa asla yalnız değildi.

Kimseye güvenmiyordu, dostu da olsa. Ama daima güvenebileceği, onu asla yarı yolda bırakmayacak bir Rabbi vardı.

Kendisi konuşmasa da, yaşadıkları ve hissettiklerini kimseye anlatamasa da bir tek o anlardı. Onu ondan da iyi, bir tek o bilirdi. Allah... Allah... Allah...

İmkânsızı bir tek o imkânlı kılar. Ol der ve olmaz denilen ne varsa anında olur.

Farkına varan ve dünya yüklerinden kurtulan genç kız derin ve huzurlu bir nefes aldı. Tüm acıları dindi. Attığı ve atacağı her adımda, her daim yanında ve her daim yardımcısı olan Rabbinin farkına vardı.

***

Unutmayalım arkadaşlar. Biz Allah dedikçe, Rabbimiz bizi her daim duyar. Elbet cevap verir, elbet yardım eder. O bize bizden daha yakın. O merhametlilerin en merhametlisi. Ne kadar günahkâr olsak da o affedici. Yeter ki ona 1 adım atalım. Onun bize bizden daha yakın olduğunun ve asla yalnız olmadığımızın farkına varalım. İmkânsız kelimesini hayatımızdan çıkaralım. Çünkü ol diyince olmaz denileni olduran Rabbimiz var.

Okuyan olursa eğer hikâyedeki köprüyü, güneşi, denizi, dünyayı nasıl yorumladıklarını yazarlarsa çok sevinirim. Herkesin farklı yorumlayacağına eminim. Çok da merak ediyorum. :)

Sağlıcakla kalın. Selametle...

Gece Kuşu


  



4 yorum:

Unknown dedi ki...

Abla seni wattpad'den de takip ediyorum. Gerçekten çok güzel yazmışsın. Okurken adeta kendimi gördüm...Ben @leejongsukhayrani. Kendine iyi bak...❤

Gece Kuşu dedi ki...

Canım benim, buraya da hoşgeldin.Beğendiğine çok sevindim.

Unknown dedi ki...

Gerçekten çok güzel yazmışsın
Bende seni Wattpad ten takip ediyorum oradan
gördüm. Seni anlıyorum desem diyemem çünkü seni anlatabilmek için tanımam lazım .
Yinede ellerine sağlık
Rabbim sana yardım etsin.

Gece Kuşu dedi ki...

Amin inşAllah. Çok teşekkür ederim. Beğendiğinize çok sevindim. Yazarak rahatlıyorum. İnsanlara kitaplarımda karakterlerimle kendimi anlatmaya çalışıyorum aslında ama bu platformda açık açık anlatacağım. Belki benimle aynı şeyleri hissedenlere ya da gelecekte hissedecek olanlara edindiğim tecrübeler iyi gelecektir.

Ölüm Risâlesi- Âdil Erdem Bayazıt

ÖLÜM RİSÂLESi -ÂDiL ERDEM BAYAZIT- Ölüm risalesi Adil Erdem Bayazıt’ın okuyanlarında derin izler bırakan şiirlerinden biridir. Erdem Bayazıt...